TÜRK HUKUKUNDA İNANÇLI İŞLEMLER I

İnançlı işlem kavramı Türk Borçlar Kanunu’nda (“TBK”) düzenlenmemiş olmakla birlikte, doktrin ve mahkeme içtihatlarıyla kabul edilmiş bir kavram olup, uygulamada sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.

TBK’nın 26. maddesinde “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler.” denmek suretiyle, sözleşme serbestisi düzenlenmiştir. Buna göre kişilerin; kanunun emredici hükümlerine, kamu düzenine, ahlaka ve kişilik haklarına aykırı olmamak ve konusu imkansız olmamak üzere istedikleri her konu ve şekilde sözleşme akdedebilmesi, dolayısıyla inançlı işlem yapması da mümkündür. İnançlı işlem; taraflardan birinin, kendisine ait bir malvarlığı değerini, yönetmek veya teminat oluşturmak amacıyla, belirli süre sonunda veya kararlaştırılan amaç gerçekleşince kendisine iade edilmek üzere diğer tarafa kazandırması olarak tanımlanabilir. İnançlı işlemler birçok farklı amaçla ve şekilde yapılabilmektedir. Günlük hayatta en sık karşılaşılan inançlı işlemler, yukarıda tanımlandığı üzere genellikle teminat oluşturmak amacıyla yapılanlar olmakla birlikte uygulaması yalnızca bununla sınırlı değildir.

Bu yazımızda, inançlı işlemlerin pratikte en sık karşılaşılan şekli olan; teminat amacıyla yapılan inançlı işlemlerden söz edilecektir.

Teminat Amacıyla Yapılan İnançlı İşlemler

Kanunlarımızda kefalet, rehin gibi ayni ve şahsi teminat vasıtalarına ilişkin çeşitli düzenlemeler bulunmaktadır. Ancak uygulamada karşılaşılan zorluklar, kanunlarla tanınan bu gibi teminat araçlarının alacaklı tarafa yeterli güven ve garanti sağlamaması gibi nedenlerle, söz konusu teminat araçları kimi zaman ihtiyacı karşılamak konusunda yetersiz kalmakta, bu da tarafları pratikte uygulayabilecekleri başka yöntemler kullanmaya yöneltmektedir. Bu yöntemlerden birisi de mülkiyet hakkının teminat amacıyla alacaklıya devredilmesi şeklinde yapılan inançlı işlemdir. Örneğin; alacaklı, verdiği para borcuna karşılık borçluya ait bir taşınmaz üzerine ipotek koydurmak yerine, bu taşınmazın mülkiyetini devralmakta, borç ödendiğinde ise taşınmazın borçluya iade edileceğine dair taahhütte bulunmaktadır.

Mülkiyet hakkının teminat amacıyla alacaklıya devredilmesi şeklinde yapılan inançlı işlemler kanunlarımızda düzenlenmemiş olmakla birlikte, bu şekilde bir inançlı işlemin yapılmasını yasaklayan bir kanuni düzenleme de bulunmamaktadır.

İnançlı işlemlere ilişkin yapılacak inanç sözleşmeleri için herhangi bir geçerlilik şartı da söz konusu değildir. Hatta, inanç sözleşmesi yazılı olmak zorunda dahi değildir. Ancak Yargıtay, E.1945/20 ve K. 1947/6 sayılı, 05.02.1947 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı ile inançlı işlemlerin ancak yazılı delille ispat edilebileceğini hükme bağlamıştır. Bir başka deyişle, inanç sözleşmelerinde yazılı şekil bir geçerlilik şekli olmasa da bir ispat şeklidir. Buna karşın, Yargıtay’ın bazı hukuk daireleri, inançlı işlemlerin diğer kesin delillerle de ispat edilebileceğine hükmetmektedir. Her halükarda, özellikle bir taşınmazın devrinin söz konusu olduğu inançlı işlemlerde, inanç sözleşmesinin yazılı olarak yapılması önerilmektedir.

Hukuk Desteği

iletisim: [email protected]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir